Eylül 04, 2012

Cem Karaca - Şeyh Bedreddin Destanı


Sıcaktı, sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak, sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
Bulutlar boşanacak boşanacaktı.
O kımıldanmadan baktı, kayalardan,
İki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert, en seven,
En büyük, en güzel kadın;
Toprak nerdeyse doğuracak doğuracaktı.

Sıcaktı.
Baktı Karaburun Dağlarından O
Baktı bu toprağın sonundaki ufka çatarak kaşlarını;
Kırlarda çocuk başlarını kanlı gelincikler gibi koparıp,
Çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde,
Bes tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen Şehzade Murat'tı
Hükmü Humayun sadır olmuştu ki Şehzade Murat'ın ismine
Aydın eline varıp Bedreddin halifesi mühid Mustafa'nın başına ine.

Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mühid Mustafa baktı,
Baktı köylü Mustafa
Baktı korkmadan, kızmadan, gülmeden.
Baktı dimdik dosdoğru, baktı O.
En yumuşak, en sert,
En tutumlu, en cömert, en seven,
En büyük, en güzel kadın;
Toprak nerdeyse doğuracak doğuracaktı.
Baktı Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Bu kayalardan bakanlar, onu üzümü, inciri, narı;
Tüyleri baldan sarı, sütleri baldan koyu davarlan,
İnce belli aslan yeleli atlarıyla,
Duvarsız ve sınırsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.

Sıcaktı, baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka.
En yumuşak, en sert,
En tutumlu, en cömert, en seven,
En büyük, en güzel kadın;
Toprak nerdeyse doğuracak, doğuracaktı.

Sıcaktı, bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere
Birdenbire
Kayalardan dökülür, gökten yağar, yerden biter gibi,
Bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak tibaslı baş açık, yalınayak ve yalın kılıçlılar.
Mübalağa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnaflan,
On bin mühim yoldaşı Börklüce Mustafa’nın
Düşman ormanına onbin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
Kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pare pare edildi ama,
Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
On binler iki bin kaldı,
Hep bir ağızdan türkü söyleyip,
Hep beraber sulardan çekmek ağı,
Demiri oya gibi işleyip hep beraber,
Hep beraber sürebilmek toprağı,
Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
Yarin yanağından gayri her şeyde, her yerde hep beraber diyebilmek için
On binler verdi sekiz binini.

Yenildiler
Yenenler, yenilenlerin dikişsiz ak gömleğinde sildiler
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi, kılıçlarının kanını.
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu.
Deme, bilirim
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek, o bu dilden anlamaz pek.
O "Hey gidi kanbur felek, hey gidi kahpe devran hey", der.
Ve teker teker, bir an içinde,
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde.
Geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak,
Geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları.
Dostlar, biliyorum, dostlar biliyorum nerde, ne haldedir O.
Biliyorum gitti gelmez bir daha.
Biliyorum bir deve hörgücünde, kanayan bir çarmıha,
Çırılçıplak bedeni mıhlıdır kollarından.
Dostlar bırakın beni, bırakın beni
Dostlar bir varayım göreyim
Bedreddin kullarından Börklüce Mustafa’yı, Mustafa’yı.
Boynu vurulacak iki bin adam, Mustafa ve çarmıhı.
Cellat kütük ve satır her şey hazır her şey tamam.
Kızıl sırma işlemeli bir başa, altın üzengiler, kır bir at.
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk, Amasya padişahı şehzade Sultan Murat.
Ve yanında onun bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim Bayezid paşa.

Satırı çaldı cellat çıplak boyunlar yandı nar gibi,
Yeşil bir daldan düşen elmalar gibi birbiri ardına düştü başlar.
Ve her baş düşerken yere.
Çarmıhından Mustafa baktı son defa.
Ve her yere düşen başın kılı depremedi;
İriş Dede sultanım İriş dedi bir,
Başka bir söz demedi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder